Kuyumculuk Tarihi

Tarih Öncesi Dönemler Takının tarihçesi, neredeyse insanın tarihi kadar eskidir. İlk takılar, insanların henüz yerleşik düzene geçmedikleri Paleolitik Çağ’da süslenme yanında, av bereketi ve korunma amaçlı muskalar olarak yapılmış olmalıdır.Kolay işlenebilen renkli taşlar, av hayvanlarının diş, boynuz, kemik ve tırnak kısımları ile kara ve deniz yumuşakçalarının kabukları gibi doğal malzemeleri sürtme ve kazıma yoluyla aşındırılarak şekillendirilmiş,delinip dizilerek kolyeler hâline getirilmiştir. İnsanlık tarihinde hayvancılığın ve tarımın ilk kez başladığı,

insanların doğal kaya sığınaklarından çıkıp konutlarını inşa edip yerleşik düzene geçtikleri Neolitik Çağ’da doğadan toplanan taşların, hayvan kemiklerinin yüzeyleri istenen şekillerde kesilip parlatılarak cilalanmış ve bazen bunların üstüne kazıma desenler işlenmiştir. Anadolu insanının ilk köy yerleşimini kurduğu bu çağda Diyarbakır yakınlarındaki Çayönü ve Konya yakınlarındaki Çatalhöyük gibi yerleşimlerde yapılan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkan buluntular arasında taş, kemik, diş ve yumuşakça kabuklarından yapılmış kolye ve bilezikler yer almaktadır. Bu dönemde takılar, dinsel ve koruyucu amaçların yanı sıra süslenme, yani insanın kendini başka insanlara beğendirme amacıyla da kullanılmış olmalıdır. Çatalhöyük kazılarında gün ışığına çıkarılan volkanik camdan (obsidyen) bir ayna, takıları kullanan kişilerin daha güzel görünme isteğinde olduğuna işaret etmektedir. Oldukça uzun bir dönemi kapsayan Neolitik Çağ’da, insanlar çevrelerinden toplayıp şekillendirdikleri bu doğal malzemelerden başka bakır ve kurşun gibi metalleri de takı yapımında kullanmaya başlamışlardır. MÖ4000 başlarından itibaren altın ve gümüş işlemeye akik ve kalseduan gibi ilgi çekici, canlı renklere sahip süs taşları takı yapımında kullanılmaya başlanmıştır.

 
İlk Tunç Çağın’da, Anadolu madenciliğinde bakır ve kalay alaşımı olan bronzun keşfi ile büyük bir gelişme olmuştur. Kısa zaman içerisinde bronz gündelik hayatta ve takı yapımında kullanılmaya başlanmıştır. Metalurji alanındaki bu gelişmeye paralel olarak süs taşlarının üretiminde de aşamalar göz-lenmektedir. Altın ve taşın alternatif olarak dizildiği kolyeler çağın estetiğini yansıtmaktadır. Bu dönemde Sümer kültürüne ait Ur Kral mezarlarından çıkartılan zengin takılarda uygulanmış olan filigre, granülasyon ve kabartma gibi bazı önemli kuyumculuk tekniklerinin en eski örneklerinin yanı sıra bazı takı formları da ticari iletişim ve göçler yolu ile Anadolu’ya ulaşmıştır. İlk Tunç Çağı’nda Anadolu’daki çok zengin takı varlığı, Troya ve Alacahöyük Kral Mezarları’nda yapılan kazılarda bulunan örneklerle bilinmektedir. Ele geçen takılar dönemin zevkini ve gelişmiş bir kuyumculuğu yansıtır. Alacahöyük kazılarında ele geçen, döküm tekniği ile yapılmış boğa, geyik figür-leri ile güneş kurslarında (standart) da aynı inceliği bulmak mümkündür. Bu dönemde tarihlenen takılar altın, gümüş ve elektrondan yapılmıştır. Zincir, bilezik, başları değerli taşlarla süslü iğneler, saç tokaları ile taçlarda; kabartma, kalıba basma, delik işi, tel örme, burma ve som döküm teknikleri kullanılmıştır. Bu dönemden itibaren Anadolu ve Trakya’nın değişik yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda yerel beylere ve soylulara ait mezarlarda, ince altın levhadan çiçek ve yaprak şeklinde yapılmış, genellikle baskı tekniğiyle bezenmiş diademler ile göz çukurları ve ağız üzerine konmuş oval altın plakalar bulunmuştur.
 
Anadolu Uygarlıklarında Takı İkinci binyılın başlarında, Asur Ticaret Kolonileri döneminde, Anadolu kültürü Kuzey Suriye ve Mezopotamya’nın yoğun etkisi altında kalmıştır. Bu etkilenmenin oluşturduğu yeni sentez, takıların form ve bezemelerinde de kendini gösterir. Kültepe Kaniş’te genellikle mezarlarda bulunan altın ve gümüşten, delikli deliksiz başlı iğneler, küpeler, yüzükler, figürinler, idoller ve yarım ay şeklinde gerdançeler bu dönemin kuyumculuğunu tanımamızı sağlamaktadır. Alacahöyük Koloni Çağı sonrası Orta Anadolu’da güçlü bir devlet kuran Hititlerden günümüze, altın, bronzdan muska (amulet) olarak kullanıldığı arka yüzlerindeki halkalara dayanılarak söylenen tanrı ve hayvan heykelcikleri ulaşmıştır. Bu maden heykelciklerin, büyük boy tanrı heykellerinin birer kopyası oldukları, düşünülür.
 
Hitit Hitit uygarlığında mühürcülük (gliptik) oldukça önemlidir. Değişik amaçlarla, farklı tiplerde mühürler kullanıldığı mevcut örneklere dayanılarak söylenebilir. Hititlerden günümüze, kaş kısmı mühür amaçlı kullanılmış yüzükler ulaşmıştır. Değişik tiplerdeki mühürler sadece krallara, saray memurlarına, yazıcılara ve rahiplere ait değildir. Kraliçelerin ve hatta ticaretle uğraşan hâlktan kadın ve erkeklerin mühürleri vardır. Kadın adları içeren yüzük biçimli mühürler, Hitit toplumunda kadının önemsenen yerinin kanıtlarını oluşturur. Hitit İmparatorluk Çağı takıları hakkında gerçek buluntuların yanı sıra yazılı kaynaklarda rastlanılan tanımlarda da bilgi edinilir. Tapınak hazine envanterlerinde, krala ait  çeyiz ve ganimet listeleri arasında yer alan takılar çok zengin ve çeşitlidir. Hititlerin başkenti Hattuşa (Boğazköy) yakınlarındaki bir açık hava tapınağı olan Yazılıkaya’daki kabartmalarda, Hitit Kraliyet ailesinin giyim kuşam ve takıları gösterilmiştir. Demirin önceleri süs eşyası sonraları da günlük yaşamda araç gereç olduğu Demir Çağı’nda Doğu Anadolu’da yerleşmiş olan Urartular sürekli mücadele etmek zorunda kaldıkları Kuzey Mezopotamyalı Asurların etkisi altında kalmıştır. Uçları (protom, terminal) hayvan başı şeklinde sonuçlanan bilezikler ile elbiseleri süsleyen ve birbirine tutturulan iğneler çoğunlukla bronz, az sayıda altından veya demirden yapılmış çeşitli bitki, hayvan ve geometrik motiflerle süslüdür. Haşhaş, kuş, aslan ve at başlı iğneler.
 
Urartu Urartu kuyumculuğunun ustalığını belgelemektedir. Günümüz koleksiyoncularının yoğun ilgisini çeken cam, kehribar ve akik boncuklardan dizilen Urartu kolyeleri de burada anılmaya değer niteliktedir. Urartularda yaygın olan takılardan bir grubu bronz fibulalar oluşturur. Çoğu yurt dışına kaçırılmış altın ve gümüşten olanları da vardır. Urartular fibula şekillerini MÖ8.yy sonunda Friglerden almışlardır. Özellikle mezarlarda ele geçen ve aynı zamanda kötü ruhları kovduğuna da inanılan bu çengelli iğneleri, tiplerine ve şekillerine göre tarih-lendirmek mümkündür. Urartulardan günümüze ulaşan diğer önemli bir takı grubunu madeni kemerler oluşturur. Kemerlerin üstünde, arkadan çekiçlenerek kabartma ve bazı kısımları da kazıma olarak tüm alametleriyle kutsal hayvanların üstüne basan Urartu tanrıları işlenmiştir. Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye bölgelerinde gelişen Geç Hitit Beylikleri Dönemi takıları, ancak kabartmalar üzerindeki betimlemelerinden tanınabilmektedir. Bunlarda Anadolu ve Mezopotamya kül türlerinin etkisi görülmektedir. Figürlerin üzerinde betimlenen hayvan başlı ya da ortada tek taşlı boyun halkaları, kulak kepçesinin kenarına geçirilmiş yuvarlak halkalı ve sarkaçlı küpeler, yüzükler, pazubentler, hâlhâllar bu dönemin gösterişli takıları hakkında bilgi vermektedir. Karaman yakınlarındaki İvriz Kaya Kabartmasında Bereket Tanrısı Tarhunzas’ın huzurundaki Tabal Kralı Warpalawas’nın giysisinde bulunan Frig fibulası da ilgi çekicidir. 
 
Frig Frig dönemi takıları arasında özellikle giysileri tutturmada kullanılan bronz ve gümüş fibulalar, döneme damgasını vuran, adeta bir moda oluşturacak dış satımı yapılmış bir takı türüdür. Fibulalar, Yunanistan’dan Doğu Anadolu ve hatta Güney Anadolu’ya kadar dış satımı yapılan tek takı türüdür. Gordion’daki Büyük Tümülüs’te yapılan kazılarda, mezar armağanı olarak bırakılmış 145 adet fibula bulunmuştur. Ayrıca Friglere ait Gordion Nekropol ve Ankara Tümülüs kazılarında ele geçirilen bronz ve gümüşten omphâloslu tas, kazan, kepçe, fibula fildişi ve ahşap mobilya ve aplik parçaları ile dokumalar onların el sanatlarındaki hünerlerine gösteren örneklerdir. Friglerin baş tanrıça olarak kutsadıkları Kybele heykellerinin bazılarında tanrıçanın boynunda geniş bir gerdanlık ile kollarında manşet şeklinde çift bilezikler taşıdığı görülür. Frig döneminde hayvan başlı bilezikler ve kalın gümüş kemerler de kullanılmaya devam edilmiştir. Paktolos Çayı’nın (Sart Çayı) getirdiği altınları işleyerek, sanat ve bilimde zengin ve parlak bir uygarlığı sergileyen Lidyalılar ilk kez elektrondan para basmışlardır. Lidyalıların Manisa yakınlarındaki başkentleri Sardes’te Paktolos çayından topladıkları altını işledikleri atölyeleri ile satış dükkânlarının kalıntıları burada sürdürülen arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkartılmıştır. Eski Çağ’da Paktolos çayı gibi altın taşıyan ırmakların sığ kıyılarına koyun postları gerilip ırmağın getirdiği altın zerreciklerinin bunların üzerinde toplanması sağlanmıştır. Elde edilen altın, gümüşle karışıktır. Elektron adı verilen altın-gümüş karışımı ilk kez Sardes’te rafine edilerek saf altın elde edilmiştir. Bu dönemde batı Anadolu’da Mısır ile gelişen ilişkiler sonucu takılar üzerinde Mısır kökenli figürlere de rastlanmaktadır. Yarı değerli taşlarla yapılmış, Mısır kültüründe öteki dünyada yeniden hayat bulma sembolü olan skarebe (pislik böceği) biçimli yüzük kaşları ve mühürler sıklıkla kullanılmıştır.
 
Lidya Lidya uygarlığı MÖ6.yy’ın ilk yarısında, Batı Anadolu kültür ve sanatının merkezi olmuş Mısır dışında Helen ve Pers kültürleriyle de yakın ilişkiler geliştirilmiştir. Bu dönemin zenginliği, “Karun kadar zengin” deyimiyle günümüze ulaşmıştır. Lidyalıların büyük bir bölümü kral mezarlarında gün ışığına çıkartılan altın, gümüş, bronz ve yarı değerli taşlardan çok sayıda kap kacak, litürjik eşya ve takı örnekleri “Karun Hazineleri” adı ile tanınmakta ve Uşak Müzesi’nde sergilenmektedir Persler MÖ 547 yılında Lidya’yı ele geçirince neredeyse tüm Anadolu Pers egemenliğine girmiştir. Sardes ve Çanakkale Boğazı üzerindeki Lampsakos (lapseki) Pers işgalindeki Anadolu’nun iki önemli kuyumculuk üretim merkezi olarak en az iki yıl daha önemini sürdürmüştür. Anadolu’nun Doğu sanatı ve desenleriyle tanıştığı bu dönemde değerli ve yarı değerli taşların kullanımı artmıştır. Bu taşların güzel ve etkileyici görünümlerinin yanı sıra her taşın kendine özgü bir gücü olduğuna da inanılmıştır. Bu dönem takılarında sıkça kullanılan üçgen ve baklava gibi geometrik şekiller, Perslerin dinsel inancı olan karanlık ve aydınlığın, iyilik ve kötülüğün sürekli çarpışma hâlinde olduğu Zerdüştlük’teki kutsal üçleme ile bağlantılı olmalıdır. Sfenks, Hippokampos (kanatlı denizatı) ve diğer karışık yaratıklar, skarabe, deniz salyangozu gibi figürler ile renkli taşların ve renkli taş taklidi camların takıda yoğun olarak kullanılması tümüyle doğuya özgü bir zevkin Anadolu’daki yansımalarıdır.
 
Helen Uygarlığı Helen uygarlığı olarak adlandırılan Kara Yunanistan, Ege adaları ve Batı Anadolu’daki İon kent devletle-rinde, takıyı kadınlar takmışlardır. Erkekler ise sadece yüzük ve belki de giysilerini birbirine tutturmada fibu-la ve iğneleri kullanmışlardı. Buna karşın Doğu dünyasının erkekleri kadınlarınki kadar süslü olmasa bile bilezik, boyun bandı ve küpe takarlardı. Soyluluk alameti olan diadem ise naturalist anlayışıyla işlenmiş, ince varaklarda defne, meşe, zeytin ya da mersin yaprakları ile aralarındaki çiçeklerden oluşur. Helenistik döneminde moda olan küpelerde başlıca iki tip görülür. Hayvan ve insan başlı halka küpe-lerde yaygın olarak aslan başı, vaşak, buzağı, panter, ceylan, kuş, Eros ve kadın başlarına rastlanır. Mısır’la olan yoğun deniz ticareti sebebi ile Mısır kökenli figür ve kompozisyonlar da (İsis-Hathor ve Sfenks) üretilmiştir. Disk başlıklı küpeler, Helenistik dönemde en çok tercih edilen modellerdendir. Diske bağlı olarak sandal biçimli sarkaç ya da figürlü sarkaç bulunmaktadır. Bu tip küpelerin bazıları, çok ince bir işçilikle işlenmiş çok sayıda figür ve şekil bir araya getirilerek düzenlenmiştir. Yalın düzenlemelere sahip bazı örnekler ise diske asılmış olan Nike, Eros veya amphora sarkaçlardan oluşur. Helenistik dönem taç bilezik, göğüs süsü, kolye ve gerdanlıklarda da çok çeşitli zincir örgüler, Herakles düğümü, Dionysos tasviri, hayvan başları, tohumlar ve palmet de kullanılmıştır. Yılan şeklindeki bilezik ve yüzükler de Helenistik dönemin yeni takı biçimleridir. Mühür yüzüklerin kaş kısmında özellikle renkli taş veya cam kullanılmıştır. Yüzük kaşları üstünde mitolojik figürler, insan büstleri ve hayvan figürleri işlenmiştir. Helenistik dönemin takılardaki ortak özelliği iri ve gösterişli formların, ince ve özenli figür ve ayrıntılarla doldurulmuş olmasındandır. Altının bol bulunması ve doğudan alınan gösterişli takı formları ve Arkaik dönemden itibaren geliştirilmiş olan Yunan kuyumculuğunun ince ve özenli işçilik anlayışı bu dönem takılardan bir araya gelerek böyle bir üslubu oluşturmuşlardır. Helenistik dönemin sonunda, ekonominin bozulmasından sonra takılarda renkli taşların kullanımının arttığı altın kullanımının ise azaldığı gözlenir. Anadolu’da MÖ 2.yy dan itibaren önce Bergama Krallığı’nın vasiyetle Roma’ya bırakılması ile başlayan yeni süreç uzun ve farklı bir anlayışın da başlangıcı olmuştur.
 
Anadolu’da Roma Hâkimiyeti Bu dönemde en önemli kuyumculuk atölyeleri Roma’da bulunmaktadır. Buradaki atölyelerde çalışan ustaların çoğu Doğu kökenli olduğu için Roma dönemi takılarında, doğulu karakter olduğundan söz edilir. Buraya giden ustalar arasında Antakya ve İskenderiye gibi eyalet merkezlerinde yetişmiş olanlar da vardı. Bu dönem takılarında, Helenistik Dönem’de olduğu gibi genel bir üslup birliği bulunur. Dönemin modası olan örnekler yaygın olarak her yerde benzer biçimde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle bu birlik, MS 1.yy’dan itibaren daha çok belirginleşmektedir. Roma takılarında değerli ve yarı değerli taş kullanımı artmıştır. İthâl renkli taşların çok pahâlıya mal olması ve yoğun talep nedeniyle bunların camdan kopyaları yapılarak takılar 
üzerinde kullanılmıştır. Plinius ”hiçbir sahtekârlıktan, değerli taşların taklidinden kazanılan para kadar para kazanılmayacağını” belirtir. Roma uygarlığında takının topluma yayılmasındaki en önemli etken cam, bronz ve demir gibi ucuz malzemelerin kuyumculuğun hizmetine girmiş olmasıdır. Ayrıca bronz ve gümüş üzerine altın yaldız kaplama tekniği, daha ucuz metallerin altın gibi değerli metal görünümüne dönüştürdüğü için geliştirilerek takılar üzerine uygulanmıştır. İmparatorluk darphanelerinde basılan sikke(para) ve madal-yonlarda takılarda kullanılmaya başlanmıştır. Doğu’dan ve Mısır’dan gelen opus interrasile (ajurdelik işi), niello, filiğre ve emay gibi yeni süsleme tekniklerinin Roma takılarında kullanıldığı görülür. Özellikle opus interrasile ile kabartma ve kazıma tekniklerinin bir arada kullanıldığı küpe ve bilezikler MS 2.-3. yüzyıllarda moda olmuştur. Romalı erkekler, yüzük, diadem, fibula, iğne ve kemer tokası kullanıyorlardı. Bu devirde kadın ve erkekler yüzükleri sadece süslenme amacı ile taşımayıp, aynı zamanda asalet, askeri rütbe göstergesi, mühür, tılsım-amulet, zehir taşıma, nişan-evlilik simgesi ve anahtarlık gibi amaçlarla da kullanmışlardır. Romalı kadınların en düşkün oldukları takılar arasında küpeler gelmektedir. Çeşitli metallerden yapılmış halka küpelere çoğu zaman cam, metal ve yarı değerli taştan yontulmuş bir boncuk, inci ya da uzun bir sarkaç asılmaktadır. Bazen de bu halkaya bombeli bir disk monte edilmektedir. Hem bombeli bir disk, hem de çok sayıda sarkaca sahip örnekler de mevcuttur. Disk ve sarkaç kısmına renkli taşların monte edildiği veya geçirildiği küpeler de bulunur. Roma döneminde levhadan kesilmiş hilal şeklinde küpelerde vardır. Hilal üzerinde genellikle opus interrasile tekniğinde bezemeler mevcuttur. Halka ve “S” biçimli kanca üzerine monte edilmiş opus interrasile ve kabartma teknikleri ile süslü plakanın orta kısmında renkli taş boncuk ve altında boncuklu sarkacı olan küpeler de özellikle MS 2. yüzyıldan itibaren yaygındır. Roma döneminde değişik şekillerde örülmüş veya iri plakalardan oluşmuş zincir kolyelere asılmış pandantif olarak adlandırılan kolye sarkaçları yaygındır. Bunların büyük bir bölümü koruyucu anlamlar taşır. Bazen de zincirler üzerinde içinde sikke, kameo, renkli taş kakma veya kabartma portreler olan madalyonlar asılır. Ayrıca cam, metal, yarı değerli ve değerli taşlardan renkli boncuklar da yaygın olarak kullanmışlardır. Boncuk ile filigre veya opus interrasile olarak dolgulanmış madalyonların alternatif dizilmesinden oluşan kolyeler de yaygındır. İri renkli taş kakma montürlerin yan yana sıralanmasından oluşan gerdanlıklarda dönemin sevilen takılarıdır. Genellikle Roma dönemi kolye gerdanlıklarında uzun bir kanca ve halkadan oluşan klipsten önce bir veya iki adet süslü madalyon veya uçları kıvrılan yürek şeklinde parçalar bulunur. Helenistik dönemde görülen düz veya burgulu halka ve yılan biçimli bilezikler Roma döneminde de görülür. Halkası bombeli ya da düz şerit biçiminde olan bilezikler genellikle iki parça hâlindedir ve parçalar sürgülü kilit sistemi ile birleşir. Bu bileziklerden bazılarının üzerinde renkli taş kakma ya da çok ince bir işçilikle opus interrasile tekniğinde oyma bezemeler vardır. Bunlar 2. yüzyıldan -7. yüzyıl başlarına kadar Suriye, Almanya ve Gallia eyaletlerinde moda olmuşlardır. Stilize hayvan başı protomlu, ortası açık bileziklerin kullanımı bu dönemde de sürmüştür. Farklı renklerdeki camlardan yapılmış halka burgu düzenlemeli bilezikler de yaygın olarak hâlk tarafından kullanılmış olmalıdır. 
 
Bizans İmparatorluğu Roma imparatorları, siyasi ve dinî nedenlerden dolayı 4. yüzyılda Roma’nın yanı sıra doğuda ikinci bir başkent arayışına girmişlerdir. Bilindiği üzere İmparator I. Constantinus çeşitli arayışlardan sonra Byzantium’u seçmiş ve kente Konstantinopolis adı verilerek başkent yapılmıştır. Kendilerine 1453 yılına değin Romalılar demişlerse de modern tarihçiler onları Büyük Roma İmparatorluğu’ndan ayrı bir tarihî varlık kabul etmiş ve Byzantium’dan hareketle Bizans olarak adlandırmışlardır. Orta Çağ’ın tümünü kaplayan Bizans İmparatorluğu doğuda yer almasından ve Hristiyan olmasından dolayı Roma’dan farklı bir karaktere sahiptir. Konstantinopolis’in İmparatorluğun kuyumculuk merkezine dönüşmesi, kendine özgü form, desen ve teknikleri geliştirebilmesi tam anlamıyla ancak 6. yüzyılda gerçekleşebilmiştir. Özgün Bizans üslubundaki eserler diğer merkezlerden farklı bir tarzda başkentte üretilmiştir. Bu dönemde Bizans kuyumculuğunda Antik sanatın etkilerinin azaldığı, bunun yerine daha çok Hristiyanlık inancıyla ilgili kişiler (İsa, Meryem, Vaftizci Yahya, havariler, peygamberler, din adamları,  azi zler ve melekler vb) dini konular ve sembolik anlamları olan bitki, hayvan ve geometrik şekillerin işlendiği görülmektedir. Kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre daha çok imparator ailesi ve soylu kesime hizmet veren, diğer ülkelere ve papaya gönderilecek değerli eşyaları hazırlayan kuyumculuk atölyeleri, Büyük Saray’ın sınırları içinde veya çok yakınında yer almış ve darphaneye bağlı olarak çalışmışlardır. Bu eserler, değerli ve yarı değerli taşlar ile incilerle süslenmişlerdir. Göz alıcı renklere sahip taşların kuyumculukta kullanılması, Bizans’ın doğuda çok geniş alanlara yayılmasını ve özellikle Hindistan ve Seylan ile yapılan ticaretin so nucu olarak görülmektedir. Saray içinde üretilen kuyumculuk örneklerinin zenginliğini ve bolluğunu hâlk için yapılan yapılarda bulmak mümkün değildir. Bunlarda altın, gümüş, inci, değerli ve yarı değerli taşlar kullanılmamış olmasına rağmen, daha çok bronz ve demir gibi metaller ile camın daha yaygın olarak kullanıldığı göze çarpmaktadır.
 
Selçuklular 1071 yılında Malazgirt Savaş’ından itibaren Türkler, büyük gruplar hâlinde Anadolu’ya gelmeye başlamış ve 1077’de Kutalmışoğlu Süleyman Şah önderliğinde 22 Büyük Selçuklulara bağlı Anadolu Selçuklu Dev leti (11-14. yüzyıllar) kurulmuştur. Selçukluların altın çağı 13. yüzyılın ilk yarısına rastlamaktadır. Selçuklu Döneminde takılar altın, gümüş ve bronzdan yapılmıştır. Altın, statü simgesi olarak daha çok Selçuklu sultanları ve diğer soylular tarafından kullanılmıştır. Hâlk arasında yaygın olarak bronzdan yapılmış takılar tercih edilmiş olmalıdır. Selçuklu takılarında firuze, yakut ve inci en çok kullanılan süs takılarıdır. Takılar değişik isimlerle anılmıştır. Örneğin burgulu bileziklere dilmiç, savatlılara kabara ve tel şeklinde bileziklere seve, boncuk dizisi şeklindekilere tor/yandım, manşet şeklinde olan geniş bileziklere kol bağı veya kolçak denmiştir. But adı verilen büyük firuzeler nazardan korumak amacıyla aile büyükleri tarafından kız ve erkek çocuklarının alınlarına ve saçlarına takılmıştır. Halka ve hilal formlu gösterişli küpeler, Selçuklu hanımlarının kulaklarını süslemiştir. Genç 
kızlar ise daha çok sade ve zarif modelleri kullanmış olmalıdır. Tasvirlerde gördüğümüz zengin Selçuklu takıları arasında gerdanlıklar (boğmak) önemli bir yer tutar. Kadınlardan başka erkekler de boyunlarına kolye ve gerdanlıklar takmışlardır. Selçuklu devrinden günümüze ulaşan takı sayısı oldukça azdır. Bu takılar çağdaşı Bizans takıları ile karşılaştırıldığından eğer üzerinde Hıristiyanlıkla ilgili şekil ya da konu yoksa ayırt etmek zaman zaman mümkün olmamaktadır. Küçük hayvan figürleri şeklinde olan veya hayvan figürleri ile süslü takıların, İran atölyelerinde işletilmiş olabileceği, konu ile ilgili uzmanlarca belirtilmektedir. Selçuklulara ait altından yapılmış gerdanlık, küpe, yüzük ve özellikle kemer tokası gibi takılar New York Metropolitan ve Berlin Devlet müzesindedir. Türkiye’deki müze ve özel koleksiyonlarda da bazı örnekler mevcuttur. Selçuklulara ait olduğu düşünülen bu takıların çoğunluğu döküm tekniği ile yapılmış, niello, delik işi, renkli taş kakma, kabartma, kazıma, filiğre ve granüle teknikleriyle süslenmiştir. Örneklerden anlaşıldığı üzere Selçuklu kuyumculuğu, İran, Mezopotamya, Orta Asya ve Bizans sanatıyla karşılıklı etkileşim altında gelişmiştir.
 
Osmanlı Selçukluların yıkılmasından sonra, İlhanlıların egemenliğine geçen Anadolu, bir süre Anadolu’nun çeşitli bölgelerini yurt edinen Türk boylarının kurduğu beylikler hâlinde idare edilmiştir. 13.yüzyılın sonlarında Osmanlı beylîği yoğun ilişki içerisinde olduğu Bizans’ın topraklarını ele geçirerek gelişmiş, kısa süre içerisinde Devlet hâline gelmiştir. 1453 yılında, Padişah Fatih Sultan Mehmet önderliğinde Türkler, başkent Konstantinopolis’e girerek za mana yorgun düşmüş Bizans yani Doğu Roma İmparatorluğu’na son vermişlerdir. Ortaçağın sona erdiği, Yeni Çağ’ın başladığı bir dönem noktası olarak kabul edilen bu olaydan sonra Osmanlı Devleti’nin sınırları gittikçe genişlemiş ve büyük bir imparatorluk hâline gelmiştir. Bu imparatorluğun sanatını asıl yöneten lerin saray teşkilatı olduğu görülür. Ehli Hiref olarak adlandırılan bu teşkilatta, bölükler hâlinde faaliyet gösteren, nakkaş, çinici, ağaç ve fildişi oymacı, kumaş ve deri üreticileri, mimar, hattat, silah yapımcılarının yanı sıra kuyumcu ustaları da vardı. Bu teşkilat mensuplarının ürettiği modeller saraydan dışarı çıkıp, ülke içine yayılarak Osmanlı sanatının bütünlüğünü sağlıyordu. 25 Kuyumculuk padişahlar tarafından sevilmiş ve desteklenmiş bir sanat dalıdır. Hatta Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman şehzadelikleri döneminde Trabzon’da kuyumculuk öğrenmişlerdir. İslam geleneğinde değerli taş ve madenlerin kullanılması yasaklanmamış ancak bunların kullanımında aşırıya kaçılmaması konusunda uyarılar yapılmıştır. Özellikle günlük kullanımda altın sofra takımları yerine gümüş ve tombak olanları tercih edilmiştir. Takılarda altın kullanımına ise her zaman hoşgörüyle bakılmıştır. Osmanlı Sarayı’ndaki mücevher kullanımı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra artmıştır. Osmanlı saray takıları arasında sorguç, hotoz, zülüflük, saç bağı, gerdanlık, iğne, çelenk, küpe, bilezik, yüzük, mühür, zehğir, hâlhâl, pazubend, düğme, kemer, zincir, saat, köstek, 
kemer ve kemer tokası sayılabilir. Osmanlı dönemi kuyumcu atölyeleri sadece İstanbul’da değildir. Trabzon, Samsun, Sivas, Van, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Midyat, Şam, Hâlep, Kıbrıs ve Rumeli Prizren’de kuyumcu atölyeleri vardı. Bu kentlerde yetişip, ustalaşan kuyumcular saray için çalışmak üzere başkente getirilmişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in İran seferinden sonra Tebriz ve Heratlı ustalar sarayda çalıştılar. Daha geç dönem lerde Müslüman ustaların yanı sıra Ermeni, Çerkez, Rus, Arnavut, Gürcü ve Üsküplü kuyumcular saray hizmet vermişlerdir. Mücevher ticaretini ise daha çok Museviler yapmıştır. Saray için çalışan mücevher ustaları, yurt dışına hediye olarak gidecek takı ve eşyaları da hazırlamışlardır. Aynı şekilde özellikle son de virde Osmanlı sarayında Avrupa’dan da saraya hediye olarak gönderilmiş veya ısmarlama olarak yaptırılmış takıları kullanmak moda olmuştu. Osmanlı mücevherlerinde çok renklilik hâkimdir. Zümrüt, yakut, safir, firuze, elmas, inci, mercan, yeşim, sedef ve akik en sevilen taşlardı. Bunlar imparatorluğun dört bir yanından getirtilerek padişah ve ailesi için ustaların elinde şekillendirilmiştir. Altın işçiliği yapanlara zergeran, yarı değerli taşlar üzerinde altın kakmacılığı yapanlara zernişani, işlemeci ve taş yontucularına hakkakan ve taş parlatanlara foyagen deniyordu. Takılar ve altından yapılmış eşyalar üzerindeki yuvalara, renkli taşların kaboşan adı verilen yalın ve doğala yakın formlarda yerleştirildiği görülür. Zamanla taş işlemeciliğindeki gelişmeye bağlı olarak fasatlaşmış (istenilen şekle göre kesilmiş) taşlar takılar üzerinde tercih edilmiştir. Osmanlı dönemindeki takılarda, renkli taş kakma, çalma, oyma, niello (savat), filiğre (telkari), hasır örme, mıhlama ve emay (mine) teknikleri çoğu zaman bir arada kullanılmıştır. Osmanlı takı tasarımında, sanatın diğer alanlarında olduğu gibi natüralist bir yaklaşım olduğu görülür. Çiçek dalları, buketler, kuşlar, ay ve yıldız en sevilen desenler arasındadır. Osmanlı kültüründe kadınlar kadar olmasa bile erkekler de takı takmışlardır. Padişahların, devlet adamlarının ve saraylı kadınların taktıkları sorguç statü simgesi olmuştur. Zamanla yaygınlaştığından, gelinlerin de başlarını süslemiştir. Başlık ya da fes üstüne takılan diadem (di dem) Osmanlı’da istefan olarak bilinir. Murassa ya da yalın altın gümüş zincirler ve inci dizileri yüzün iki yanından sarkıtıldığından zülüflük, başın arkasından takıldığında enselik adını almıştır. Osmanlı kadınları arasında, 17.yüzyıldan itibaren, oldukça yüksek ve yukarıya doğru daralan veya tersine altta dar olup üste genişleyen İlhanlı dönemi saray kadınlarının bogtag denilen başlıklarını anımsatan tipte hotozlar moda olmuştur. Kadınlar bu başlıkların veya başörtülerinin üzerine, saçlarına ve giysilerinin göğüs kısmına elmastan çiçek, arı, kelebek, fiyonk, ay ve yıldız şeklindeki toka ve broşlar ile bir veya birkaç adet sorguç takmışlardır. Bunların arasında ince bir zevki yansıtan titreyen takılar ilgi çekicidir. Genellikle çiçek buketi şeklindeki bu takıları takan kişiler hareket ettiğinde, takılar özel bir mekanizma sayesinde sallandığından titrek denmiştir. Kemerler; (kuşak ya da kemer kuşağı) hem kadın hem de erkekler tarafından giysilerin tamamlayıcı ve süs eşyası olarak kullanmışlardır. Altın ve gümüş dışında sedef, fildişi ve değerli taşlardan yapılmış olanları da vardır. Bunlar plakalar hâlinde ve göbek üstünde birleşen, ortada bir ya da iki süslü madalyonla birleşen kumaş kayıştan da yapılmıştır. Madalyonun yerine yaprak şeklinde tokası olanlarda kullanılmıştır. Osmanlı beğenisinde, kadınların çok sayıda yüzük takma alışkanlığı vardır.
 
Tek taşlı yüzükler, büyük bir taşın çevresinde daha küçük boyutlu taşların sıralandığı gül yüzükler ile çok sayıda taşın yu varlak oluşturacak şekilde düzenlendiği divanhane çivisi adları verilen tipler, Osmanlı kuyumculuğunda yaygın formlardır. Osmanlı erkekleri ise mühür ve süs yüzüklerinin yanı sıra ok atarken zehgir denilen yüzükleri kullanmışlardır. Altın, inci, safir, zümrüt, yakut ve elmastan uzun sarkaçlı küpeler, Osmanlı kadınının en çok kullandığı takılardır. Açılmış yarım çiçek biçimli, yakut ve damla incilerin alternatif sıralamasından oluşan küpeler ile ortada irice bir elmas ve çevresinde sıralanan daha küçük boyutlardaki elmaslardan gül küpelerde özellikle 17-18. yüzyıllarda moda olmuştur. Bazı padişah portrelerinde rastlanmasına rağmen küpe, Osmanlı erkekleri arasında fazla kullanılmayan bir takı türüdür. Gerdanlık ve kolyeler de kadınlar tarafından yaygın olarak kullanılmış takılar arasındadır.. Minyatür ve resimlerden anladığımız kadarıyla uzunlu, kısalı birkaç tanesi bir arada takılmıştır. Boyuna takılan bir sıra inci veya altın gerdanlıktan başka daha uzun birkaç sıra hâlinde altın köstek veya inci sırası, göğüsten karın üzerine doğru sarkmaktadır. Uzun altın veya gümüş zincirlerin ucuna altın paralar asılmıştır. Bu tür gösterişli takılar saraylı ve zengin kadınlara aittir. Bileğe takılan altın, gümüş, inci veya taşlarla süslü bilezikler ile hâlhâllarla da sıkça kullanılan takılardır. Aralıksız yan yana sıralanan elmastan oluşan bilezik ve kolyelere akarsu ya da suyolu denmiştir. Altın tel ve burma biçimindeki bilezikler günümüzde olduğu gibi süslenme amacının yanında, gerektiğinde satılmak üzere kadınlara maddi bir güvence de sağlamış olmalıdır. Osmanlı döneminde de kadınlar bu tip bilezikleri genellikle tek değil, yarım ya da takım olarak adlandırılan 6, 12 ya da 24 adetten oluşan gruplar hâlinde takmışlardır. Kadınların giysilerinde hem süs, hem de işlevsel olarak kullanılmış, elmas veya inci düğmeler vardır. Mücevher düğmelerin sevilen armağanlar arasında olduğu, armağan listelerinden  ve belgelerden anlaşılmaktadır. Erkeklerin kol düğmeleri de yine altın ve değerli taşlardan yapılmıştır. Saraylı, zengin Osmanlı kadınlarının ve özellikle gelinlerin elbisesine incilerin aplike edildiği, altın ve gümüş sırmayla desenler işlendiği de görülmektedir. Saten, kadife ve ipekten kese, çanta, pabuç ve terlikler de yine benzer şekilde mücevherlerle süslenmiştir. Hâlk arasında ise saray modellerinin taklidi olan, benzer  takıları kullanmak yaygın bir alışkanlıktı. Anadolu hâlkının yaygın olarak kullandığı takılar daha çok gümüş, mercan ve firuzeden yapılıyordu. Altın, gümüş para ve pullar da takılar üzerine asılıyordu. Niello ve filigre teknikleri; fes tepelikleri, zülüflük, kıstı denilen gerdanlık, bilezik, kemer, küpe ve yüzük gibi takılarda kullanılmıştır. Osmanlı sanatının diğer alanlarında olduğu gibi kuyumculuğun özünde, Türk, İslam ve Anadolu’nun geçmiş uygarlıklarından gelen sanatların sentezi vardır. İmparatorluğun yayıldığı üç kıtada geniş topraklar üzerindeki yerel kültürler ile Uzak Doğu, Orta Asya ve Avrupa’dan etkilenmemiş olması imkânsızdır. Yedi yüzyılı aşan tarihi boyunca başlangıçta Bizans, Selçuklu, İran, Arap, Çin daha geç dönemlerde ise Rus ve özellikle de Avrupa ile gelişen ilişkileri sonucu batı etkilerinin, sanatın diğer alanları ile birlikte Osmanlı kuyumculuğunu ve özellikle de takı modellerini belirlemiş olduğu görünmektedir.
TPL_KALLYAS_TOTOP